Aphrodisias

Daha küçük bir çocukken Aphrodisias’dan kaçırılarak Roma’da esir olarak satılan Zoilos; i.ö. 30 yıllarında zekası ve dürüstlüğüyle Sezar ve Avgustus’un dostluğunun yanı sıra özgürlüğünü de kazanarak , zengin ve itibarlı biri olarak tekrar doğduğu toprak olan Aphrodisias’a döner. Zoilos döndüğünde Aphrodisias küçük bir köydür. Daha önceleri İ.Ö.7. yüzyılda Babil ve Medlerden kaçan Asurluların yanlarında getirdikleri İştar kültü için yapılan küçük bir tapınağın etrafında oluşmuş küçük bir köy. Bu efsane nedeniyle kent Önceleri efsane kral Ninos adına Ninova diye anılıyordu. Bu söylencenin izlerini Roma Bazilikası’nın içerisinde bulunan kabartmalarda görmekteyiz.

Aslında kentin gerçek kurucusu Zoilos’dur. Zoilos ilk iş olarak Anadolu’nun Helenleşmesi sonucu Afrodit kültüne dönen küçük ana tanrıça tapınağın yerine şimdi kalıntılarını gördüğümüz Afrodit Tapınağını yaptırmıştır.

Aphrodisias Afrodit Tapınağı Anadolu’nun dev tapınaklarından birisidir. Anadolu’nun yerli tarzı olan İon düzeninde yapılmış tapınak Puseudo Peripteros tipindedir. Uzun taraflarında sekiz kısa taraflarında da onüç sütun yer almaktadır. Girişi doğu yönünde olan tapınağın sella denilen iç odasında bugün Aphrodisias Müzesi’nde sergilenen Afrodit’nin kült heykeli yer almaktaydı. Heykel alışageldiğimiz Afroditlerden farklıdır. Aphrodisias Afroditi bir ana tanrıça heykelidir. Efesin Artemisi gibi betimlenmiştir. Başındaki taçta yıldızlar yer almaktadır ve başın arka kısmından bir tül sarkmaktadır. Boynunda hilal şeklinde bir kolye taşımaktadır. Bunun altında tanrıçanın arkadaşları olan üç güzeller betiminin iki yanında Zeus ve Hera büstleri yer almaktadır. Bunların altında bir sütunla ayrılmış Ay Tanrıçası Selene ve Güneş tanrısı Helios bandı yer alır. Daha altta da Afrodit’in doğumu betimleyen bir sahne vardır. En alttaki bantta, tanrıçaya sunu yapan Eroslar betimlenmiştir. Soldaki Eros elindeki meşaleyi yere doğru çevirmiştir. Bu yeraltını yani öbür dünyayı göstermektedir. Tanrıça heykelinin üzerindeki kabartmalar adeta yaşamın bir felsefesidir. Özetle “tanrı ve tanrıçalar hep vardır, Güneş ve Ay sürekli doğup batacaktır ama hayat insanlar için geçicidir” denmektedir.

Tapınak Aphrodisias’ın İ.S. 5. yüzyıldan itibaren Hıristiyanlaşmasının sonucu, i.s. 7. yüzyılda yandaki sütunlar uzun taraflara eklenerek oluşturulan üç nefli bir Kiliseye dönüştürülmüştür. Kilise yörenin 1100 yılında Selçuklular tarafından alınmasına dek işlevini sürdürmüştür. 1150 yılında Efes Piskoposu Tornikos kenti ziyaretinde Kiliseden şöyle söz etmektedir; “bir zamanlar koronun söylediği ilahilerin seslerinin yükseldiği katedralde artık salt baykuşların sesleri duyulmaktadır”.

Zoilos’un Aphrodisias’a kazandırdığı ikinci büyük yapı tiyatrodur. Tiyatro en eski tabakası günümüzden 7000 yıl önceye Geç Neolitik Çağa uzanan ve yoğun bir Eski Tunç çağı yerleşimine sahne olan Aphrodisias Höyüğü’nün batı yamacına yapılmıştır. İki cavealı oturma sıralarının üst kat basamakları i.s. 7. yüzyılda tepeye yapılan kalenin inşasında tahrip olup ortadan yok olmuştur. Orkestra kısmı i.s.3. yüzyılda, gladyatör ve vahşi hayvan oyunlarını gerçekleştirmek amacıyla kazılarak derinleştirilmiştir.

Her katı ayrı bir tarz olan Dor, İon ve Korint düzeninde yapılmış üç katlı sahne binası Anadolu’nun en eski sahne binalarından birisidir. Birinci katın arşitrav frizi üzerinde binanın Julius Zoilos tarafından Roma’ya Afrodit ve kent halkına adandığını içeren eski yunanca bir yazıt yer almaktadır. Binanın ikinci ve üçüncü katlarında sütunların arasında ve nişlerde duran heykeller sahne binasına daha bir ihtişam katmaktaydı. En üst katta orta nişte duran dev boyutlu tragedyanın ilham perisi iki Melpomene Heykelinin arasında yer alan giyimli bir Apollon Heykeli kazılarda ele geçmiş ve bugün Aphrodisias Müzesinde sergilenmektedir.

Sahne binasının kuzey duvarına Anadolu’da ele geçen en uzun yazıtlardan biri kazınmıştır. Arşiv duvarı olarak adlandırılan bu duvar üzerinde Sezar’dan itibaren yüzyıla kadar gelen Roma İmparator ve devlet adamlarının Aphrodisias kentine tanıdıkları ayrıcalıklar ve onurlar yazılmıştır. Bunların en önemlisi önceleri salt Afrodit Tapınağının duvarları içerisine, sonralarda tüm kent surlarının içerisine tanınan sığınma hakkıydı. Yani kent bir yerde diplomatik dokunulmazlık kazanmaktaydı. İmparator Mektupları diye de anılan bu yazıtların biride, Sezarı’n öldürülmesinden sonra daha imparator olmadan önce Avgustus tarafından bugünkü Denizli ile Pamukkale arasında yer Laodikya Kentinde oturan Bölge sorumlusu Stephanus’a hitaben yazılan bir mektuptur:

“Sezardan (Avgustus) Stephanus’a Selam,

Arkadaşım Zoilos için yaptıklarımı sende biliyorsun.

Ona ve onun doğduğu kente(Aphrodisias) özgürlüğünü verdim.

Bunu ortadan kaybolmadan önce Antonius’a da bildirdim.

Onları herhangi bir sıkıntıya sokmamaya dikkat et.

Bu kent benim bütün Asya’da (Anadolu) kendim için seçtiğim ve benim diyebileceğim tek kenttir.

Bu kentin halkının benim kentimin halkı gibi korunması dileğimdir.

Önerilerimin tam olarak gerçekleştiğini görmek için gözüm daima üzerinde olacaktır.”

Bu Roma’nın Aphrodisias’a verdiği önemi göstermesi bakımından da dikkate değer bir örnektir.

Kentin i.s.5. yüzyıldan itibaren Hıristiyanlaşması sonucunda bu duvar üzerindeki yazıtlardan Aphrodisias ve Afrodit isimleri kazınmıştır.

Tiyatro 1965 yılından itibaren kazılmaya başlanmış ve kazıdan önce bu alanda yapılmış 55 köy evi kaldırılmıştır. (Misafir olduğunuz Anatolia’nın sahibi de bu evlerden birinde doğmuştur.)

Tiyatro ve Afrodit Tapınağı’nın arasında i.ö. 1. yüzyılda yapılan diğer bir yapı Kuzey agoradır. Özgün halinde etrafı çepeçevre sütunlarla çevrili olan bu ticari alanın doğu ve batı tarafındaki İon tarzındaki bazı sütunlar günümüze dek gelmiştir. Ortasında yer alan bir anıtın salt temelleri kalmıştır. Bundan sonra yapılan bir havuzda zaman içerisinde ortadan kalkmıştır. Doğu yönündeki giriş kapısının söve lentoları görülebilir. Kuzey tarafındaki bir giriş yapısı ile Bouleterion (meclis binası) bağlantısı sağlanıyordu.

Aphrodisias kent merkezi işte i.ö.1. yüzyılda yapılan bu üç yapının arasında ve etrafında yapılan diğer anıtlar ile oluşmuştur.

Bunlara yapım sırasına göre baktığımızda en göze batan muhteşem bir yapı dikkatimizi çeker. Aphrodisias kent planı iki büyük caddeyi içermektedir: Doğu-Batı ve Kuzey Güney caddeleri. Doğu-Batı caddesinin tiyatroya yakın kısmında ve doğu kenarında planlanan yapıda kazılarda ele geçen bir yazıta da izafeten eski yunanca da imparatorlar evi anlamına gelen Sebasteion ismi verilmiştir. Bu yapı ilk Roma İmparatorları olan Julio Klavdius sülalesine adanan bir kült kompleksidir. Kendi çapında benzersiz bir yapıdır. Kompleks caddenin hemen kenarında yer alan iki katlı bir giriş binası ile başlamaktadır. Arkasında 14 metre eninde 90 metre uzunluğunda bir kutsal yolun iki yanında üç katlı portikolar sıralanmıştır. Portiklerin ikinci ve üçüncü kat sütunlarının arası mermer kabartmalarla süslenmişti. İkinci kat mitolojik, üçüncü kat ise Roma İmparatorlarının yaşamları ile ilgili kabartmalardan oluşmaktaydı. İ.s.5. yüzyılda dükkân olarak kullanılan yapının bazı kabartmaları bilinçli olarak ilk Hıristiyanlar tarafından tahrip edilmiştir. 7. yüzyılda ise bir depremle yıkılmış ve onarılmamıştır. Özgün kabartmaların sayısı 155 olmalıdır. Kazılar sonucunda ise 87 kabartma ele geçmiştir. Bazıları çok iyi durumda olan Aphrodisias heykeltıraşlık okulunun yapımı bu eserlerin sayısı bile yapının önemini göstermektedir. Bu kabartmalardan biri ise Romanın Aphrodisias’a niçin bu kadar yakınlık ve ayrıcalık tanıdığının ipucunu verir niteliktedir. Bu kabartma Aeneas’ın Troya kentinden kaçışını göstermektedir. Aeneas Troya’dan kurtulan tek yetişkindir. Tanrıça Afrodit ile Troya Kralı Priamos’un amcasının oğlu Ankhises’in oğludur. Annesi Afrodit’in yardımı ile babası, karısı ve oğlu Julius ile Troya’dan kaçarak birçok serüvenden sonra Roma kentinin kurulacağı yer olan Palatinus Tepesine gelir. Burada Rutulların kralı Turnust’u teke tek savaşla yener ve Roma Kentini kurar. Bu nedenle Roma İmparatorları Aeneas’ın soyundan geldiklerine, dolayısıyla Afrodit ile akraba olduklarına inanırlardı. İmparatorların unvanlarından biri olan Julius’da Aeneas’ın oğludur.

Kutsal yolun sonunda ilk Roma imparatoru Avgustus adına yapılmış tapınağın günümüze sadece basamak ve podyumunun bir kısmı kalmıştır. Yapımı İmparator Tiberius (i.s.14-37) devrinde başlanan inşaat, Nero (54-68) devrinde bitirilmiştir. Yapım masrafları Aphrodisias’lı iki aristokrat aile tarafından karşılanmıştır. Giriş binası ve Kuzey Portico Menander ve Eusebos isimli iki kardeş; Tapınak ve Güney Portico ise Diogenes ve Attalus kardeşler tarafından Afrodit ve Roma’ya adanmıştır.

Tiberius devrinde başlanan ve yapımı uzun yıllar süren bir yapıda tiyatro ile Kuzey Agora arasına yapılan Güney Agora veya Tiberius Portikosu diye anılan yapıdır. Etrafı sütunlarla çevrili olan yapının bir arşitravının üzerinde yapının İmparator Tiberius’a adandığını içeren yazıt nedeniyle bu ismi almıştır. Portikoların ortasında 260 m. uzunluğunda ve 25 m. genişliğinde ve 1.20 m. derinliğinde bir havuz yer almaktadır. Havuz i.s. 2. yüzyıldaki bir depremden sonra bu alanı basan suların kontrol altına alınması amacı ile yapılmıştır. Fazla sular havuzun etrafındaki bir kanal yardımıyla kanalizasyon sistemine veriliyordu.

Portikonun işlevi hakkında gimnazyum ve agora olduğu hakkında iki görüş vardır. Her iki görüşte de insanların tapınak yahut Bouleterion’dan çıktıktan sonra havuzun serin sularında sohbet ettiği ve buradan tiyatroya gittiği kuşkusuzdur.

İ.s. 4. yüzyılda su baskınları nedeniyle yeni bir Agora hemen tiyatronun doğu kısmına yapılmış ve Tetrastoon olarak anılmaktadır. Buraya doğu-batı sütunlu caddesine bağlanan ve İmparatorlar Salonu denen bir yol ile de ulaşılıyordu.

Yapımı daha eskilere dayanmasına karşın bugünkü haliyle i.s. 2. yüzyılın başında yapılan diğer bir anıt, zaman zaman konser salonu olarak da kullanılmış olan kentin politikasının belirlendiği Bouleterion’dur (meclis binası). Üzerinde kapsamlı çalışmaların sürdürüldüğü anıt, üstü kapalı küçük bir tiyatroyu andırmaktadır. Önünde yer alan heykellerle süslü sahne binası iki katlıydı. Normalde derin olmaması gereken orkestra kısmı, yapımından sonra 4. yüzyılda oluşan bir tektonik oynama ile su basması nedeniyle, alt iki oturma sırası sökülerek havuz haline getirilmiştir. Oturma sıraları iki kısımdan oluşuyordu. Ancak günümüze alt kat oturma sıraları kalmıştır. Bu sıralar da aynı depremle yıkılmış ve tekrar onarılamamıştır.

Bouleterion’un kuzeybatı arka kısmındaki yuvarlak yapı Aphrodisias’lı bir kahramanın anıt mezarıdır.

Bouleterion’un kuzey kısmında, i.ö.1.yüzyıldan i.s.6.yüzyılın başına kadar bir çok özgün yapıta imza atmış Aphrodisias Heykel Okulu yer almaktadır. Bergama Krallığı Anadolu’da var olan önemli bir krallıktır. Helenistik devirde var olan krallık, Anadolu’da Roma otoritesinin kuvvet kazandığı i.ö.133 yıllarında son kral Attalos III tarafından Roma’ya miras bırakılmıştır. Bu tarihten sonra, o zamana dek kralın yakın koruması altında olan heykeltıraşlar Anadolu’nun çeşitli yerlerine göç etmişlerdir. Sanatçıların önemli bir kısmı Aphrodisias’a gelmiştir. Bunda kentin hemen 1 km. kuzeyinde yer alan nitelikli mermer ocaklarının da rolü olmuştur. Sonraki yıllarda Aphrodisias’da bir çok önemli heykeltıraş yetişmiş ve bugün Aphrodisias Müzesinde sergilenen önemli yapıtlara imza atmışlardır. Kentin ekonomik hayatına burada yapılan heykel ve lahitlerin ihraç edilmesi önemli katkılarda bulunmuştur. Zaman zaman heykeltıraşlar Aphrodisias dışına çıkarak da eser vermişlerdir. İmparator Hadrian döneminde (i.s.117-138), Antoninos, Aristeas ve Papias isimli heykeltıraşlar Roma kentinde çalışmışlardır. Heykel Okulu 6. yüzyılın başlarından itibaren dinin de etkisiyle önemini yitirmiş ve bu alan zeytinyağı işliği olarak kullanılmıştır. Kentin fakirleştiği daha sonraki dönemlerde de burada basit konutlar yapılmıştır.

Bouleterion’un batı tarafında yer alan yapı ise, Geç Roma devrinde Kayra eyaleti valisinin konutu olarak yapılmış ve kentin Piskoposluk Merkezi olmasından sonra Piskoposluk Sarayı olarak da kullanılmıştır. Değişik mimarisi ve içerisinde kullanılan mavi sütunları ilginçtir.

Bunun dışında geç Roma Devrinde kentin güneyinde sütunlu yol üzerine üç apsisli bir kilise de yapılmıştır.

Hadrian döneminde onun Aphrodisias’a yaptığı ziyaretin anısına yapılan diğer bir anıtta Hadrian Hamamıdır. Kentin bu dönemlerde yapılan binalarında genellikle mermer kullanılmıştır. Bu yapıda ise kum taşı ve konglemera taşlar kullanılmıştır. Ancak bunların üstü de mermer bloklarla kaplıydı. Tipik Roma hamam mimarisine uygun olarak yapılan anıt, soğukluk, ılıklık, sıcaklık ve cehennemlik denilen farklı ısıdaki mekanlardan oluşuyordu. Ön avlusunun payeleri, konsol başları ve hatılları ise benzersiz betimlerle bezenmişti. Aphrodisias heykel okulunun tipik örnekleri olan bu parçaların önemli bir kısmı İstanbul arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir. Hamam Aphrodisias’da 1904 yılında Fransız Şimendifer Mühendisi Paul Goudin tarafından yapılan kazılara sahne olmuştur. Bu kazıdan çıkan eserlerin bir kısmı maalesef izinsiz olarak yurt dışına çıkarılmış ve satılmıştır. Bunların en ünlüsü 1988 de aynı yörede başı, ayak ve kolları bulunan Balıkçı Heykelinin bugün Berlin Bergama müzesinde bulunan gövde kısmıdır.

Tiyatronun kuzeyine dayalı olan ve Tiyatro Hamamı diye adlandırılan diğer bir hamamında yapım tarihi, i.s. 2.yüzyıldır.

Afrodit Stadyumu kentin ve antik dünyanın en iyi korunmuş yapıtlarından biridir. Kentin kuzeyinde yer alan bu görkemli yapıt, i.s. 2. yüzyılda yapılmış 30.000 seyirci kapasiteli bir stadyumdur. Elips şeklindeki planı tüm seyircilerin etkinlikleri rahat seyretmesini sağlıyordu. Doğu ve batı yönünden iki sporcu girişi, bugün ancak güney tarafında kalan bölümde ise seyirci girişleri yar almaktaydı. Kuzey tarafı i.s.4. yüzyılda yapılmış sur duvarları ile bitişiktir.

i.s.7. yüzyılda tiyatroda onarılmaz hasarlara yol açan depremden sonra, stadyumun doğu kısmı basit duvarlarla çevrilerek yuvarlak planlı bir arena haline getirilmiştir.

Tapınağın hemen doğusunda kuzey-güney caddesinin üzerinde yer alan anıtsal kapı Tetrapylon diye anılmaktadır ve i.s.2.yüzyılda yapılmıştır. İki alınlıklı yapının özgününde iki alınlığın orta kısmındaki alan kuzey ve güney tarafından yüksek duvarlarla çevriliydi. Doğu kapısından giren tapınak ziyaretçileri küçük bir avludan sonra Batı kapısından, tapınak ile Anıtsal kapı arasında yer alan portikli bir meydana ulaşıyorlardı. Burası özel günlerde merasim alayları ve halkın toplanma yeri olarak kullanılıyordu.

Tetrapylon’un güneybatısında çiçekler ve yeşillikler arasında alçakgönüllü bir mezar görürsünüz. Aphrodisias’ın ikinci kurucusu onu toprakların evlerin altından çıkarıp insanlığa sunan Prof. Dr. Kenan Tevfik Erim’in Mezarı. Aphrodisias mermerlerinden yapılmış mezarın taşında şunlar yazılıdır “30 yılını Aphrodisias’ın ortaya çıkarılmasına adayan Arkeolog Prof. Kenan T. Erim.”

Kentler kişilerle özdeşleşmişlerdir. Araştırma, heves, hedef veya yazgı insanların yollarını bazen farkında olmadan yaşamlarını adayacakları kentlere düşürür. Kenan Bey 1929 yılında İstanbul Yeşilköy’de diplomat bir babanın çocuğu olarak hayata gözlerini açar. Ana ve baba tarafından Osmanlının bürokrat ailelerinden gelmektedir. Eğitiminin hemen tümünü babasının görevi nedeniyle yurt dışında alır. Orta öğrenimi Cenevre’de tamamlar ve babasının New York’a Birleşmiş Milletler temsilciliğine atanmasıyla, New York Üniversitesi Klasik Edebiyat Bölümüne kaydolur. Burayı bitirdikten sonra Princeton Üniversitesinde yüksek lisans ve doktora derecelerini alır. Hocası Eric Sjöqvist ve Richard Stillwell yönetimindeki Sicilya’daki Morgantina antik kentinin kazılarına katılarak kenti lokalize eden tezini de hazırlar. İtalya’daki çalışmalarında İtalyan Arkeolog Maria F.Squarciapino’nun Aphrodisias Heykel Okulu ile ilgili bir yazısını okuyunca Aphrodisias’ı ziyaret etmeye karar verdi ve 1959 yılında ilk kez Aphrodisias’a geldi. Kenti görünce tam anlamı ile bir aşk doğdu ve Kenan Bey 30 yaşında kariyerinin başında genç bir arkeolog olarak 1961 yılında New York Üniversitesi adına Aphrodisias Kazılarına başladı. O yıllarda bugün 2 km. Batıdaki Geyre Köyü antik kentin üzerinde kurulmuştu. Hem kazılara devam etti hem de köyün taşınması, örenyerinin korunması bürokrasisi ili uğraştı. Hepsini başardı. En son eseri Tetrapylon restorasyonunu devrin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a açtırdıktan üç hafta sonra, 3 Kasım 1990 da Ankara’da son nefesini verdi. Kendisine “Çocuklarınız varmı?” diye soran Valileri; “Evet hem de pek çok” diyerek kazı evinin bahçesindeki heykelleri göstererek yanıtlayan Prof. Erim çok sevdiği kentine çocuklarının yanına gömüldü. Keşke biraz daha yaşasaydı. Ama çalışmalar bitmedi. New York Üniversitesi adına Prof. Dr.Bert Smith başkanlığında, çalışmalar O’nun bıraktığı yerden sürdürülüyor.

Her yıl kazı mevsiminin ortasında tüm işçiler ve kazı heyeti onu dualarla anmakta, ziyaretçiler mezarına çiçekler bırakmakta ve antik bir gelenek, kente yararlı olan kahramanların kentin içerisine gömülme geleneği yaşamaktadır.

Bugün Aphrodisias Türkiye’nin en düzenli en iyi korunan ve rahat gezilen yeşil bir örenyeriyse bunu Prof. Dr. Kenan Tevfik Erim’e borçludur. Doğduğu topraklarda huzur içinde yatsın.

Aphrodisias Kazıları Kenan Beyin sağlığında kuruluşuna önayak olduğu birçok dernek ve vakıf tarafından desteklenmektedir. New York, Londra, İzmir ve İstanbul’daki bu kuruluşların günümüzde de destekleri sürmektedir. Merhum Sevgi Gönül’ün başkanlığında, merkezi İstanbul Sadberk Hanım Müzesi’nde olan Geyre Vakfı’nın birçoğu sergilenemeyen eserlerin sergileneceği yeni bir Aphrodisias Müze’si kurma girişimi,yeğeni Ömer Koç başkanlığında gerçekleştirilmiştir. 1976 yılında yapılan Müzeye ek olarak yapılan “Sevgi Gönül Salonu” 2009 yılında açılmış, şimdiye dek depolarda saklanan benzersiz heykeller ve kabartmalar Dünyanın dört bir tarafından gelen misafirlerin beğenisine sunulmuştur.

Afrodit’in kült heykelinin başlığının üzerindeki Venüs yıldızı Aphrodisias’ı sonsuza dek ışıtacakdır.